Geçici İşçi

…. böylelikle işçi sınıfı, çalışma süresini 12 saat ile sınırlandıran anlaşmaya imza atarak kafesinin kapısını kendi elleriyle kilitlemiş oldu. Bunun üst limit değil, resmi bir çalışma süresi olduğunu anlayamamışlardı. Şehrin en berbat yerlerinde kurulmuş, ev olarak adlandırdıkları ancak bir neandertalin bile yaşamayacağı barınaklarda ikamet ediyorlardı. Bu izbe yerlerden fabrikaya ulaşmak için harcadıkları zamanı çıkarınca kendilerine kalan 1-2 saati yaşam olarak kabul etmeye razı olmuşlardı.

Bilinmelidir ki emek tahtırevanında yolculuk eden hiç kimsenin buradan inmeye niyeti yoktur. O ya da bu nedenle çalışma sürelerini uzatıyor, yükçülerinin yaşam dediği 1-2 saati de almak için fırsat kolluyorlardı.

O dönemin detaylarına bir başka yazımızda değineceğiz. Ancak gerçek o ki, eskiden yaşananları hayretle karşılayan günümüz insanlarının hayatı da çok farklı değil. İşe çamurun içinde sürünerek değil de metroyla gitmek ya da…

Genç adam elinde tuttuğu gazeteyi buruşturarak atmaya yeltendi ancak son anda kendisine ait olmadığını hatırlayarak durdu. Bu durum, herhangi bir şey alacak parası olmadığı gerçeğini de yüzüne vurmuştu. Gazeteyi bankın köşesine bıraktı ve anlamsızca bulutlara bakmaya başladı. Hafta içi her sabah yaptığı gibi iş edindirme kurumuna uğramış, eli boş dönerken de yol kenarındaki banka oturmuştu. Kimin bıraktığını bilmediği gazete her zamanki yerindeydi. Zamanla okumanın hoşuna gittiğini fark etmişti. Kendine itiraf edemese de başlarda saldırgan ve fazla iddialı bulduğu bir yazarın makaleleri ilgisini çekiyordu. Her geçen gün daha da uzun süre okumaya başlamıştı. Böyle giderse yakında makalelerin tamamını okur hale gelecekti. Buna rağmen, gözünü bulutlardan indirirken ”saçmalık” diye geçirdi içinden. “Çalışmak bu kadar kötüyse benim gibi işsizler ne yapsın? Bir yerde oturup çay içecek param yok ve çalışanlardan daha mutluyum öyle mi? Şımarıklık, nankörlük!” Bu düşüncelerle, babasından kalan bir oda bir salon eve gitmek üzere ayağa kalktı. Aslında eve sadece bir salon demek daha doğruydu, zira odayı kiraya vermişti. Zaten küçük olan evi bir yabancıyla paylaşmak anlamsız da görünse tek gelir kaynağı buydu. Yüzünü görmekten hazzetmediği kiracısı gündüzleri işte oluyordu ve bu da evde zaman geçirmek için uygun bir fırsattı.

İlk adımını atmak üzereyken omzuna dokunan bir elle irkilerek arkasını döndü. Karşısında kısa boylu, zayıf, iyi giyimli birisi vardı. Adama bakarken kasketinin tepesini görebildiğini fark etti ve bunu komik buldu. Böylesine zayıf birinden beklenmeyecek derecede kalın sesi duyduğunda ise neredeyse kahkaha atacaktı. Ellili yaşlarında görünen adamın tokalaşmak için uzanan elini gördüğünde kendine geldi;

– Günaydın. Ben Nehsen Foldrig. Kalkmak üzereydiniz sanırım ama zamanınız varsa biraz konuşabilir miyiz?

Zamanı olmak. Bu kelimeler, genç Kilgur Mendri için bir anlam ifade etmiyordu. Şimdiye kadar ne bir yere yetişmesi ne de bir işi zamanında bitirmesi gerekmişti. Kafasıyla belli belirsiz bir onay işareti yaparak banka oturdu. Çelimsiz adam da aynı biçimde karşılık verdi. Otururken bankın kenarındaki gazeteyi eline almıştı ve bunu konuya girmek için bahane olarak kullandı;

– Gazeteler. Ya sürekli eleştirirler ya da pohpohlarlar. Tarafsız olanını bulmak imkansızdır. Nadiren faydalı şeyler yazdıkları oluyor.

Genç adamın bu konuda ne fikri ne de söyleyebileceği bir şey vardı. Yine de büsbütün cahil görünmemek için bir şeyler demesi gerektiğini hissetti;

– Doğru.

– Özellikle son dönemlerde işçilerle ilgili yazdıkları. Sanki insanın çalışmaktan başka yapabileceği bir şey varmış gibi eleştirip duruyorlar.

– Evet, çalışmak şart.

– Gerçi bazen hak vermiyor da değilim. Bu koşullar altında çalışmak yerine çok daha kazançlı işler yapmak varken çoğu işçi kendini 3 kuruş için heba ediyor.

– Nasıl yani?

– Yani emeğinin en fazla parayı getirdiği yerde olmasını bilmeli insan.

Genç adam için konu ilgi çekici olmaya başlamıştı. Bankın üzerinde hafifçe doğruldu ve söylenenleri daha net duymak istercesine gövdesini gizemli adama doğru döndürdü. Avının hareketlerini ustaca gözlemleyerek doğru yolda olduğunu anlayan simsar devam etti;

– Adım ne demiştiniz?

– Kilgur Mendri.

– Memnun oldum Bay Mendri. Evim caddenin karşısında ve bir süredir sizi düzenli olarak iş edindirme kurumunu ziyaret ederken görüyorum.

– Evet, iş arıyorum.

– Ve eminim ki sizin gibi güçlü kuvvetli birinin emeğinin karşılığını verecek bir iş bulamıyorsunuzdur?

Aslında herhangi bir iş bulamadığı gerçeğini kendine saklamaya karar veren Kilgur onayladı;

– Doğru.

– Peki sadece bir yıl çalışarak standart bir işte elde edeceğiniz paranın yirmi katını kazanacağınız bir iş önersem ne derdiniz?

– Nasıl bir iş bu?

– Müşterimin üretim alanı yerleşim yerlerinden epey uzakta. Etrafında zaman geçirebileceğiniz pek bir yer yok ve evinize gidip gelmeniz de kolay değil. Bu nedenle işçi bulmak çok zor oluyor. Hasbelkader çalışmaya başlayanlarsa kısa sürede ayrılıp patronlarını yarı yolda bırakıyorlar. Bu nedenle bir yıl süresince hem çalışıp hem de orada konaklayacak işçiler arıyoruz. Her türlü barınma masrafı bize ait. Paranızın tamamı bir yıl sonunda verilecek; tam 5000 Plon.

5000 Plon. Kilgur Mendri böylesi bir gelir için bırakın 1 yılı 10 yıl boyunca çalışmaya razıydı. Bu kadar parayla şehrin merkezinde en az iki ev alabilir ve bunların kirasıyla ömrünün sonuna kadar rahat yaşayabilirdi. Kafasında kararı çoktan vermiş olsa da kolay kabul etmemiş görünmek için sordu;

– Peki ne iş yapacağım?

– Çok zor değil. En azından sizin gibi güçlü kuvvetli biri için. Bazı ağır nesneleri, makinaların giremeyeceği yerlerde taşımanız gerekiyor. Sizi temin ederim bir zararı dokunacak ya da altından kalkamayacağınız bir iş değil. Evet, yorucu olacak ancak buna değecek.

– Paramı alacağımdan nasıl emin olacağım?

– Her şey sözleşmelerle kayıt altına alınacak. Ayrıca bir miktar da avans vereceğiz.

Nehsen Foldrig sözleşmenin detaylarını anlatmaya devam etti ancak genç adam dinlemiyordu, kararını çoktan vermişti.

* * * * * * * * *

… gördüğünüz gibi umut iki yüzlüdür, güvenilmezdir. Bir yanda sizi hayata bağladığını iddia eder, diğer yanda tahtırevanın tepesindekiler adına köle gibi çalışmanız için zemin oluşturur. Alsa erişemeyeceğiniz o havuca ulaşmaya çalışmanın, ölene kadar kan ter içinde koşturmaya devam etmenin adıdır umut. Bazıları bunu hiçbir zaman anlayamaz. Kimisi son nefesi yaklaşırken, çok az bir kısmı ise koşarken farkına varır. Lakin nerede olurlarsa olsunlar tahtırevanı sırtlamış olanlar için çok geçtir. Koşturmaya devam ederler, asla ulaşamayacaklarını bildikleri halde. En zor durumda olan da onlardır zira havucu tutanlar için hiçbir şey fark etmez. Ha bilsin, ha bilmesin; “yükçüleri” koşturmaya devam ettiği sürece tahtırevanın içinde işler yolundadır. Bununla birlikte hayatı boyunca havuç görmemiş olanlarsa….

Sahipsiz gazete bugün de her zamanki yerinde olmasına rağmen Kilgur Mendri’nin aklını karıştıramayacaktı zira genç adam evden çıkmamıştı. Erkenden kalkıp, kiracısı gitmeden önce onunla kısa bir konuşma yaptı. Detaylara değinmeden bir süre şehirde olmayacağını, kirayı yatırıp yatırmadığını düzenli biçimde kontrol edeceğini söyledi ve elinden geldiğince tehditkâr davranmaya çalıştı. Ne var ki bu durumu çok da umursadığı söylenemezdi; bir yıllık kira geliri 5000 Plonun yanında devede kulak kalıyordu.

Günün geri kalanını, döndüğünde yapacakları ile ilgili hayaller kurmaya ayırdı fakat bu konuda çok da yaratıcı sayılmazdı. Farklı giysilere sahip olmanın, acıktığı zaman lezzetli yemekler yemenin, haftada bir kafayı bulacak kadar içki içmenin çeşitli kombinasyonlarıydı aklından geçenler. Yılda bir kez tatil ve evlilik yavaş yavaş resme girmeye başlarken saatin ilerlediğini fark etti ve hayal dünyasından çıkarak kendisine yazılı olarak verilen direktifleri gözden geçirmeye koyuldu. Yapması gerekenler gayet net bir dille aktarılmıştı.

Öğleden sonra hiçbir şey yeme. Hava kararınca yola çık ama yanına herhangi bir eşya alma. Şehrin en yüksek binası “Gök Kapısına” git. Servis alanından içeri gir, yük asansöründe sırasıyla şu katların düğmelerine bas; 1, 8, 5, 2, 8, 1 ve 5. Asansör hedef kata ulaştığında seni karşılayanlara adını söyle ve dediklerini yap.

Aynı düğmelere tekrar tekrar basmak ya da buluşmaya aç gelmek gibi detayları dert edecek durumda değildi. Umurunda olan tek şey işe başlamak için söylenenleri yapması gerektiğiydi.

Yaptı da. Asla bitmeyecek gibi görünen asansör yolculuğu dışında her şey normaldi. Korkutucu yükselme nihayete erip kapı açıldığında istemsizce tuttuğu nefesini bırakarak rahatladı. Asansör kapısının açıldığı salon neredeyse boştu. Duvarlar gri ile beyaz arasında bir renge boyanmıştı. Hiç pencere yoktu. Kapının karşısında bir masa, sol taraftaki duvarda ise bir başka kapı vardı. Masanın arkasındaki sandalyede bir kişi oturuyor, onun sağında ve solunda ise iki kişi ayakta dikiliyordu. Kilgur Mendri onlara doğru yürüdü ve adını söyledi. Oturmakta olan kadın bir kâğıt tomarı çıkararak genç adama uzattı. Sesi zor duyulacak kadar cılızdı. Yavaş ve tane tane konuşuyordu;

– Bu iş sözleşmenizdir. Görev tanımınız, işin süresi, döndüğünüzde alacağınız para ve diğer detaylar belirtilmiştir. İlk sayfada önemli noktaları içeren bir özet vardır. Sayfanın sonundaki kısmı imzaladığınız andan itibaren çalışmaya başlamış sayılacaksınız. Eğer sözleşmede açıklanmayan bir alan görürseniz bana sorabilirsiniz. Sadece orada cevabı olmayan sorulara yanıt vereceğim. Buyurun.

Kilgur Mendri kendisine uzatılan kâğıt yığınını ve kalemi aldı. Niyeti olmasa da bu kadar fazla yazıyı okumak acaba ne kadar sürer diye geçirdi aklından. Ardından özet kısmına odaklandı. Çalışma süresi tam 1 yıldı. İnşaat alanında kendisine verilen yükleri taşıyacaktı. Yeme, içme, barınma, giyim kuşam gibi konular işveren tarafından halledilecekti. 100 Plon peşin olarak verilecek, geri kalan 4900 Plon ise iş biter bitmez nakit olarak ödenecekti. Mesai günün yarısından daha uzun olmayacaktı.

Genç adam için bunlar yeterliydi. Yine de daha uzun süre okumuş görünmek için sayfalara biraz daha göz gezdirdi ve son sayfaya geldi. İsmini yazarak imzaladı, kağıtları geri uzattı. Kadın kağıtları aldı ve çekmeceden 100 Plon çıkararak Kilgur Mendri’ye verdi. Ayı ses tonuyla konuşmaya devam etti;

– Çalışma süreniz başlamıştır. Sizi inşaat alanına götüreceğiz. Yönergeleri izlemeniz yeterli. Şimdiden kolay gelsin.

Kadın sözlerini tamamlar tamamlamaz sol taraftaki kapı açıldı. Kilgur bunun da bir asansör olduğunu zannetmişti ama karşısında uzun bir koridor uzanıyordu. İlk adımını attığında tuhaf bir koku karşıladı onu. Bu garip kokunun kaynağını düşünmek, yakın gelecekte yapacağı son bilinçli eylemdi.

* * * * * * * * *

Yıldızlararası yolculuğa çıkarılacak birisinin bilinçli halde olması büyük bir risktir. Dahası Kilgur Mendri’nin gideceği gezegende bilincinin yerinde olması istenmiyordu. Bu nedenle HED şirketi, gezegenler arası işçi ticareti kanunlarındaki tüm boşlukları kullanarak çalışanlarını en üst seviyede kontrol altında tutmayı tercih ediyordu. Söylenenleri anlasınlar ve koşulsuz itaat etsinler. Şirketin sloganı buydu ve sahip oldukları yüksek teknolojiyle dünya gezegeni sakinleri gibi ilkel canlıları kontrol etmekte zorlanmıyorlardı. Koridora salınmış olan gaz, içerdiği mikro-kontrol hücreleriyle bu amacı gerçekleştirmek için düşük maliyetli bir çözümdü.

Genç Kilgur Mendri’nin bilincinde olmadığı uzay seyahati böyle başladı. “Burada durun.” “Size verilen giysileri giyin.” “Haplarınızı yutun.” “Gösterilen koltuğa oturun.” Direktifler kısa ve netti. Elli kişilik işçi grubu da bu net komutları sorunsuzca uyguluyordu. ST-248 modeli uzay aracı, Gök Kapısının bulutlarla kaplanmış çatısından hareket ettiğinde hiçbir yolcu ne olup bittiğini bilmiyor, bunu öğrenmek için herhangi bir merak da duymuyordu. Uzay aracının atmosferden çıkarken arkasında bıraktığı belli belirsiz parlaklık dünyadaki hiç kimse tarafından görülmemişti. Terea-b gezegenine doğru, üç ayrı bükülme noktası geçilerek yapılacak olan yolculuk dört dünya günü sürecekti.

* * * * * * * * *

Uzay aracı, Terea–b’deki iniş noktasına vardığında, geçici işçiler verilecek tüm komutları yerine getirecek biçimde göreve hazırdı. Gezegene iner inmez inşaat alanına götürülmüşler, kayaları belirtilen yerlere dizmekten ibaret olan görevlerini öğrenerek çalışmaya başlamışlardı. İşçilerin yaşam düzenleri son derece basit kurgulanmıştı; yemek, uyumak ve çalışmak. Tam kontrol altındayken farklı bir yaklaşım beklenemezdi zaten. Birbirleriyle konuşmuyor, merak etmiyor, sorgulamıyor ve düşünmüyorlardı. Nerede olduklarına ya da neden yaşadıklarına dair fikirleri yoktu. Aslında bu halleriyle Dünyadaki işçilerden çok da farklı değillerdi. Sadece geçici işçilerin kontrol altında tutulması mikro-kontrol hücreleri gibi yüksek teknoloji ürünü bir yöntemle gerçekleştirilirken, Dünyada korkutma ve umut temelli metotlar tercih ediliyordu.

Direktifler sorunsuz uygulanmasına rağmen Terea-b’in yerel halkından nöbetçiler işçilerin başındaydı ve bir sorun olduğunda müdahale etmek üzere hazır bekliyorlardı. Ne var ki, bu görev son derece anlamsızdı zira kontrolden çıkan bir insanı zapt edecek herhangi bir güç gezegende bulunmuyordu. Bunun nedeni sadece Terea-b’in teknolojik olarak Dünya’dan çok geri olması değildi. Ortalama bir insan Terea-b halkının en kuvvetli bireyinden onlarca kat güçlü ve çevikti. Her ne kadar geçmişte tam kontrolün sağlanamadığı durumlar yaşanmış ve işçilerin çıkardığı isyan gezegen çapında bir krize neden olmuşsa da HED şirketinin kullandığı yeni yöntemler sayesinde bu riskler geride kalmıştı. Kontrol sorununun çözülmesi, insanları ideal işçiler haline getirmişti. Gezegenin ileri gelenleri için yapılan anıt mezarların inşası da, insanların gücü sayesinde çok kısa sürede tamamlanabilir olmuştu.

– Ne kadar da aptallar!

İnşaat sahasında duyulabilecek nadir konuşmalar, vakit geçirmek için hiçbir alternatifi olmayan Terea-1 askerleri arasında gerçekleşenlerdi. Konuyu kısa boylu bir nöbetçi açmıştı. Vardiya arkadaşıysa yapacak daha iyi bir şeyi olmadığından yanıt verdi;

– Öyle. Bu güç bende olsa bırak işçi olmayı, bütün gezegeni kölem yapar, krallar gibi yaşardım.

– Nereden geliyorlar, nerede yaşıyorlar acaba?

– Bilmem, kim bilir hangi dağın hangi mağarasından. Simsarlar tek tek avlayıp getiriyor herhalde.

– Evet, iş bitince de aynı yerlere salıveriyorlar sanırım. Yük taşımak dışında bir işe yaradıkları yok. İş olmadığında beslemeye çalışmak da ahmaklık.

İnşaat alanında olan bitene dair söylenecek tek ilginç şey, bu ve buna benzer diyaloglardı. Nöbetçilerin bir yere varmayacak benzer sohbetleri hemen hemen her gün yapılıyor, tam kontrol altındaki insanlarsa tabanı kare, dört kenarı üçgen şekilli anıt mezarı yükseltmeye devam ediyordu. İşçiler verilen komutları yerine getirerek çalışıyorlardı, o kadar. Sözleşmedeki maddelerden farklı bir yaşamları yoktu. Günün sadece yarısında iş başındaydılar. Üzerlerindeki giysiler eskidikçe yenileniyor ve ihtiyaç duydukları kadar yiyecek önlerine geliyordu. HED’in bir uzmanı düzenli olarak mikro-kontrol hücrelerinin sayısını kontrol ediyor ve herhangi bir azalma durumunda gereken takviyeyi yapıyordu.

Terea–b’deki bir yıl, birbirinin aynısı günler şeklinde geçip tamamlandığında anıt mezar inşaatı da bitmişti. Elli kişilik geçici işçi grubu, bu defa ST-249 modeli bir uzay aracılığıyla Dünya’ya dönmek üzere hazırdı; tam kontrol halinde ve herhangi bir düşünce üretmeden.

* * * * * * * * *

Gök Kapısının çatısına yapılan iniş yine sisli bir havada ve herhangi bir iz bırakmayacak biçimde gerçekleşmişti. Kilgur Mendri, giderken hatırlamadığı koridordan geçerken yine olan bitenin farkında değildi. Koridorun sonundaki kapı açıldığında mikro-kontrol sonlandırıldı ve genç adam kendine geldi. Görevini yaptığına dair belli belirsiz bir düşünce dışında neler olup bittiği hakkında hiçbir şey hatırlamıyordu. Kapıdan geçti ve beyaz-gri odadaki masaya doğru ilerledi.  Odada sadece bir kişi vardı ama giderken gördüğü kişi değildi.  Kadın hiçbir şey söylemeden bir zarf çıkardı ve Kilgur Mendri’ye uzattı.  Hak ettiği para, 4900 Plon, zarfın içindeydi. Genç adam sevinçten haykırmamak için kendini zor tutuyordu, rüya gerçek olmuştu. Tarif edilemez bir mutlulukla zarfı alarak asansöre bindi. Yine uzun gelen bir yolculuktan sonra servis alanından bina dışına çıktığında, emeğiyle para kazanan özgür biri gibi hissediyordu. Önce ne yapacağını bilemedi. Eve gitmeyi düşündüyse de bundan vazgeçti. Sabah saatleriydi ve aklına bu maceraya başladığı yer olan yol kenarındaki bank geldi. Kuş gibi hafif adımlarla banka doğru ilerlemeye başladı ancak binanın sınırlarını terk ettiğinde bambaşka bir dünyaya adım attığını fark ederek donakaldı. Etrafındaki yapılar tamamen değişmiş, gökyüzünü delmeye çalışan cam ve beton yığınları haline gelmişti. Yolları dolduran, daha önce hiç bu kadarını bir arada görmediği arabalar bilimkurgu filmlerinden fırlamış gibiydi. Üstelik bazıları yere değmeden hareket ediyordu. İnsanların giyimleri garip, saç kesimleriyse tek kelimeyle acayipti. Her taraftaydılar ve hiç çaba sarfetmeden olağandışı bir hızla hareket ediyorlardı. Bazıları, hiçbir bağlantıları yokmuş gibi görünen hareketli çantalar tarafından takip ediliyordu. Kilgur Mendri, böylesi bir insan – roboçanta ikilisini izlemeye dalmışken bir anda burnunun dibinde beliren silüetle irkildi;

– Merhaba, bu bir holo-reklamdır. Size Bank Zeroe adına ulaşım sağlamaktayım. Sadece %5,2 faiz oranı ve ücretsiz hayat sigortası fırsatıyla sunduğumuz ihtiyaç kredisinden faydalanmak ister misiniz?

– Ha… hayır.

Şekil geldiği gibi ansızın yok olduğunda genç adam bu kadarı da fazla diye aklından geçirip neler olduğunu anlamaya çalıştı. Önce yanlış bir yere geldiğini düşündü. Ama Gök Kapısı bir yıl önceki görünüşüyle oradaydı. Yollar ve ana caddelerin yapısı da tanıdık geliyordu. Karşısındaki manzaraya tekrar baktı. Şehrin bir yılda böylesine bir değişime uğramış olmasına anlam veremiyordu. Aslına bakarsanız bunda haklıydı da zira değişim bir yılda olmamıştı. Terea–b ve yörüngesinde olduğu yıldız, bir karadeliğin etrafında dönüyordu. Bu da, gezegenin 1 yılı Dünyadaki 78 yıla eş demekti. Bilinçsizce yaptığı zaman yolculuğunun anlam veremediği sonuçlarını kavramaya çalışan genç adam, banka doğru yürümeye başladı. Eve gitmeyi tercih etmemesi, yaşadığı şokun daha da derinleşmemesi açısından iyiydi zira minik dairesi zaman aşımı nedeniyle hazineye devredilmiş, sonrasında da yıkılarak yepyeni bir bina haline gelmişti. Evinin başına gelenlerden habersiz, bankın orada olup olmadığını merak ederken aklına elindeki zarf geldi. En azından parası vardı ve belki de bu yeni şehirde mutlu bir yaşam sürebilirdi. Ne var ki ilk alışveriş girişiminde, pula dönmüş 4900 Plon’la ancak bir öğün yemek yiyebileceği gerçeğini acı biçimde öğrenecekti.

* * * * * * * * *

Genç adamın bir üst geçit merdivenin altında, yorgunluk ve çaresizlik nedeniyle uykuya yenik düştüğü anlarda, yıldızlararası mahkemenin Nehsen Foldrig hakkındaki kararı okunuyordu; “Gerçeği açık etmeden yürüttüğü faaliyetler ve umut tacirliği nedeniyle hüküm giymesine, mağdurların zararının HED tarafından tazmini için gerekenlerin yapılmasına….”