Birlik
İnfazın geciktirilmesinin hiçbir yararı olmayacağı gibi, hem Kumona hem de fail için işler daha da içinden çıkılmaz bir hale gelebilirdi. Bu nedenle suçun tespiti, yargılamanın yapılarak kararın alınması ve cezanın uygulanması, birbirini takip eden kesintisiz bir akışın parçaları olarak kurgulanmıştı. Orna’nın aldığı ceza, en büyük suçun karşılığıydı ve infaz herhangi bir tereddüt olmadan onaylanmıştı. Yaklaşmakta olan ritüel öncesinde gereken yapılacak, Kumona kusursuz işleyişine geri dönecekti.
Az sonra kendisi için her şeyin biteceğini tahayyül edemeyen Orna, alınan kararlar ile ilgili herhangi bir düşünce içerisinde de değildi. Aksi mümkün olamazdı zaten; Kumona’nın bir parçası olarak devam ettirdiği yaşamı sonlanmamıştı. Ne var ki tüm bağların kurulmasını takiben karar bir kere daha Kumona’da belirdi ve ceza uygulanmaya başladı. Olan bitenin Orna için hala bir şey ifade etmemesine karşın bu zamana kadar parçası olduğu ve dışında kalmanın ne demek olduğunu hayal bile edemediği dünyadan, Kumona’dan, yavaş yavaş ayrılıyordu. Hiçbir şey hissetmeden ve düşünemeden, halkının ortak evreninden koptu. “Sonsuz bir boşlukta hiçbir eylemde bulunmadan sadece var olmak. Nasıl olduğunu hala anlayamıyorum ama yaşadığımın bir şekilde farkındaydım.” Uzun zaman sonra, ortak düşünce dünyasından atılmasını takiben hissettiklerini böyle tanımlayacaktı.
* * * * *
– Ne diyorsun, umut var mı?
– Sanıyorum bu da aynı nedenden cezalandırılmış. Ne kadar güçlü kestiremiyorum ama denemeye değer.
– O zaman dirilticilere yol açın…
Yanı başında cereyan eden bu diyaloğa da tepki vermedi. Ne etrafındakilerden, ne yapmak istediklerinden ne de kendinden haberdardı. Umut olarak tanımlanan belli belirsiz bir düşünce kıpırtısı şimdilik sadece dirilticiler için anlamlıydı. Suçlu, hiçbir düşüncenin olmadığı, sadece kendi varlığına dair belli belirsiz işaretlere tutunduğu o sonsuz boşlukta asılı kalmaya devam etti; süresiz cezasını çekiyordu.
Orna’nın algısı için anlamsız ancak Dirilticiler’in bağ kurması için gereken sürenin sonunda, içinde bulunduğu sonsuz boşluğun içinde küçücük bir parıltı fark etti. Ne olduğunu seçemiyordu, Kumona’da yaşadıklarına benzer ama çok daha zayıf bir his. Belki de etrafında olduğunu bilmediği varlığa dair bir işaret. Bu minicik parıltı farkında olmasa da kendi varlığını müjdeliyordu. Hayatı boyunca birey olmadan yaşamıştı; kendine ait düşünceleri olmayan, ortak varlıkta değersiz bir parça. Kumona’yı paylaştığı tüm türdeşleriyle beraber tekil bir düşüncenin parçasıydı. Birlikte ne düşünülürse sadece onu algılayabilir, kendisine verilen hayallerle mutlu olurdu; tüm diğer zihinler gibi. Ama şimdi durum farklıydı. O parıltıyı kendi tanımlamıştı. Başlarda ne olduğunu anlamamış olsa da kendisine ait bir algısı vardı artık. Boşluğu da, içindeki küçücük parıltıyı da adlandıran, anlamlandıran oydu. İlk defa, sadece kendi zihni ile düşünüyordu.
– Zannettiğimizden daha güçlüymüş. Hem algılayabiliyor, hem de düşünebiliyor.
– Gerçek teması deneyelim mi?
– Henüz erken. Düşünebildiğinin farkına varması için biraz zaman verelim.
* * * * *
İlk zamanlarda yeni hayatının eskisinden pek farkı yoktu. Algıladıklarının yine kendisine gösterilenler olduğunu, düşünce ve hayallerinin de ortak zihinden geldiğini zannediyordu. Ancak bir süre sonra hayal olmayan, düşünceyle değil de etrafta olup bitenlerle şekillenen yeni parıltılar hissetmeye başladı. İlk önce aydınlık ve karanlığın hiç şaşmadan birbirini takip ettiğini fark etti. Etrafındaki dünya değişim halindeydi. Üstelik hareketlilik de değişkendi. Bazen ışığın çok güçlü olduğunu hissediyor, bazen belli belirsiz algılayabiliyordu. Daha sonra ışığın hareketinden bağımsız ancak yine değişim içerisinde olan bambaşka bir dünya belirdi zihninde. Oraya bağlıydı. Hatta kendi gibi zihinler de olduğunu hissetmeye başlamıştı. Acaba başka dünyalar, farklı düşünceler, değişik hayaller mi vardı? Onlar da farklı ortak dünyalar mıydı? Kendisinin üyesi olmadığı ama varlığını seçebildiği yeni parıltılar. Anlamaya çalıştı, kendisini zorladı ama hissettiklerinin ötesinde bir açıklama getiremedi. Ne var ki harcadığı yoğun çaba dikkatlerden kaçacak gibi değildi; temas zamanının geldiğini haykırıyordu.
– Dünyana hoş geldin.
Zihninde beliren, kendisine değil de o yeni dünyalardan birine ait olan düşünce çok netti. Farklılığı hissedebiliyor, kendi dünyasında da yeni izlenimler ortaya çıktığını anlayabiliyordu. Orna da zihnini zorladı ve o parıltıya doğru yönlendirmeyi başardı;
– Zaten başından beri burada değil miyim?
– Hayır. Kendi dünyana Kumona’dan kovulduktan sonra geldin. Seni dirilttik.
– Diriltmek ne demek?
– Kendi başına düşünebilmeni, algılayabilmeni ve ortak bir dünyaya gereksinim duymadan da var olabilmeni sağlamak demek. Tabi tüm bunları yapabilecek fiziksel özellikleri barındırman gerekiyordu. Şanslısın; senin gibi cezalandırılanların birçoğu sonsuza kadar düşünmeden yaşamaya devam edecek.
– Anlayamıyorum.
* * * * *
Yanıt gelmedi. Diğer düşüncenin, kendi çaresizliğinden mi yoksa istediği için mi kaybolduğunu bilmiyordu. İkinci seçeneğin doğru olmasını diledi. Kontrolü altında olmayan farklı bir zihin. Hiç bilmediklerini öğretecek, hayal edemeyeceği yeni dünyaları tanıtacak bağımsız düşünceler. “Böyle olmalı.” diye düşündü. “Eğer ayrı ve bağımsız düşünceler varsa, yeni doğrular ve farklı hayaller de vardır.” Bir süre yapması gerekenin ne olduğunu bulmaya çalıştı. Acaba karşısına tekrar çıkarlar mıydı? Öyle olmasını istediğini fark etti ama çekiniyordu da. Her yeni düşünce mutluluk demek miydi? Sadece diriltici ile konuşmaya devam etse yeterdi belki de. Zihninde açılan yeni kapıları düşününce bu fikirden vaz geçti. Eğer farklı düşünce dünyaları varsa onları bulmalıydı. Evet, yapması gereken buydu; yeni hayalleri ve dünyaları aramak. Kendini zorladı. Asılı kaldığı sonsuzluğun aslında o kadar da boş olmadığını fark etti. Her yer parıltılarla doluydu. Farklı renklerde, farklı boyutlarda, çok parlak ya da hayal meyal seçilebilen. Sınırsız sayıda yeni dünya demekti bu. Önce nasıl davranması gerektiğini kestiremedi. Ama bir kere daha cesaretini toplayıp en yakınındaki parıltıyla iletişim kurmayı başardı;
– Sen de farklı bir dünyasın. Benim bilmediğim, sadece kendine ait düşüncelerin var değil mi?
– Evet, hepimiz öyleyiz.
– Hepimiz… Peki biz kimiz?
– Kendimize Mushe deriz. Bu dünyadaki milyonlarca canlı türünden biri… Toprağa bağlı yaşıyoruz ve bu bağ sayesinde birbirimizle iletişim kurabiliyoruz.
– Hep böyle miydi peki? Eğer öyleyse ben neredeydim?
– Senin gibi Kumona’dan kovulanlarız bizler. Oradayken düşünceden, hayalden ve kendinden azade yaşarsın. Onların kölesiydin; kendi algıladıklarının sadece küçük bir kısmını size gösteren, enerjinizi kullanan ve sömürenler. Diğerlerinin bağımsız düşünmesini engellerler. Kendi verdikleriyle yetinmeniz için de algınızı kapatırlar. Evet, güçlüdür onlar. Güçlerini de düzenin devamı için kullanırlar. Sen de oradaydın. Gösterilenler ve düşünmen istenenler dışında hiçbir şey algılayamaz, hayal edemezdin.
– Peki, ne değişti? Artık seninle iletişim kurabiliyorum. Neden kovuldum?
– Fiziksel değişimini fark ettiler. Düşünebileceğini ve algılayabileceğini anladılar. Artık seni kontrol edemezler ama gelişip birey olmana da izin veremezlerdi. Tüm bağlarını kopartarak ortaklıktan çıkardılar.
– Sonsuz boşluk ve dirilticiler…
– Evet; bizi önemsemezler. Seni bulduk ve düşünmeni, algılamanı sağladık.
* * * * *
Işığın ve karanlığın birbirini sabırla takip etmesine defalarca tanık oldu ve yeni edindiği dostlarından öğrenmeye devam etti. Yüzey denilen yerde ışığı fark eden ve onun enerjisini kullanmalarını sağlayan uzantıların, yerin altında birbirleriyle bağ kurmalarını sağlayan köklerin farkına vardı. Bu sayede içindeki bulundukları dünyayı algılayabiliyor, bu algı yardımıyla da yeni düşünceler üretebiliyorlardı. Her Mushe’nin zihinsel kapasitesi farklıydı. Ortaya çıkan düşünceler, üretilen hayaller de öyle. Ancak hiç kimse mutsuz değildi. Yapılabilen ya da sahip olunanların derinliğine göre bir yargı yoktu. Düşünceler üretilir, paylaşılır ve zenginleştirilirdi.
Ancak Kumona’da hayat böyle değildi. Oraya bağlı yaşamak zorunda olan Mushe’lerin de düşünebilme gücü vardı fakat sıkı bir denetim içerisinde, bilinçsizce kullanılabiliyordu. Üstelik sadece istenileni düşünebilirler ve ürettikleri gücü onlara teslim ederlerdi. Farkına bile varmadan, kendi ürettiklerini kullanamadan.
– Kim onlar?
Orna öğrenmek istiyordu. Her an ulaşabildiği güçlü parıltılardan birine sordu. Uzun zamandır Kumona’daki zihinleri özgür bırakmanın, kendi dünyalarındaki parıltıların sayısını artırmanın hayalini kuruyordu. Böyle bir birlik muhteşem olmaz mıydı? Tekil düşünceler yerine birleşmiş, özgür birçok düşünce. Ancak yanıt gelmedi. Israrla bağ kurmayı denedi, yine de sonuç alamadı. Kafası karışmıştı. Etrafında sayısız düşünce parıltısı algılıyordu. Üstelik bazıları o kadar parlaktı ki barındırdıkları hayallerin derinliğini tahmin bile edemiyordu. Neden bu parıltılar dünyası zenginleşmesin ki? Daha fazla düşünce, daha fazla hayal, daha fazla dünya; enden olmasın? Tekrar denedi;
– Diğerlerini neden özgür bırakmıyoruz? Neden birleşip dünyamızı zenginleştirmiyoruz?
Yine yanıt gelmedi. Dahası kurmaya çalıştığı bu son bağ ile etrafında bir değişim olmaya başladığını fark etti. Parıltıların sayısı azalmıştı sanki. Önceleri önemsemedi; kendisinin kontrol edemediği değişimlerden biri olduğunu düşündü. Kumona’daki zihinlerin özgürleştirilmesi ve hayal dünyasının birleştirilerek zenginleştirilmesi üzerine kafa yormaya devam etti. Cevap alamadığı sorular sordu, yeni bağlar kurmaya çalıştı. Ne var ki bu konudaki düşüncelerini olgunlaştırmak için gösterdiği çaba, denediği her yeni yaklaşım, etrafındaki parıltıların daha da azalmasına neden oldu.
Önemsemedi. Artık tek düşüncesi buydu; Kumona ve yeni zenginlikler. Sayısız yeni parıltı, sınırsız hayaller. Düşünce dünyalarını ne kadar genişletirlerse, zenginliği ne kadar artırırlarsa o kadar mutlu olmazlar mıydı? Katkı sağlayacak daha fazla parıltı, birleştiğinde daha büyük güçle ışıldamaz mıydı? Dünyalarının bu şekilde çok daha iyi bir yer olacağından emindi. Işık ve karanlığın birbirini takip ettiği sonsuz döngüler boyunca düşündü. Etrafında hiçbir parıltının kalmadığını, büyük boşlukta sadece kendi ışıltısıyla var olduğunu fark edene kadar düşündü. Zihnini, etrafında olan bitene kaydırdığında durumu ancak idrak edebildi; yalnızdı. Nafile çabalarla diğerlerini aradı. Varlıklarıyla mutlu olduğu, bağ kurmasa bile parıltıları ile yaşamını zenginleştiren o minik ışıkları bulmaya çalıştı. Hiçbir şey göremedi.
* * * * *
Kendi cılız parıltısının belli belirsiz aydınlattığı boşlukta amaçsızca dolaştı; yeni bir ışıltı peşinde, diğerlerini arayarak. Takip edemediği sayıda aydınlık ve karanlık döngüsü geçmiş, hiçbir sonuç elde edememişti. Umudunu kaybetmek üzereyken çok uzaklarda belli belirsiz bir parıltı algıladı. Tüm düşüncesiyle bağ kurmaya çalıştı. Çabaladıkça yaklaştı, yaklaştıkça parıltının güçlendiğini fark etti. Daha önce hiç görmediği kadar zengin, hayal edemeyeceği kadar büyük bir ışıltıydı. Umutla yaklaştı. Işık devasa bir çemberden geliyordu. Merkezinde belli belirsiz bir parıltı vardı. Ancak merkezin etrafında sayısız başka ışık kaynağı vardı; çok daha güçlü ve renkli. Uzaklardan bile algılanabilen devasa ışık, merkezin etrafındaki bu kaynaklardan çıkıyordu. Kapısında durduğu şeyin ne olduğunu anlamaya çalıştı ancak zihnini yormasına gerek olmadığını kısa sürede fark etti; bu Kumona’ydı. Merkezdekiler de onlardı; doğru dürüst parlayamayan ama etraflarındaki kaynakların gücüyle ışık saçanlar. Orada geçirdiği zamanları hatırlamaya çalıştı ama başaramadı. Çünkü oradayken kendisi değildi; düşüncesi ile başka zihinleri besleyen fakat bilincine hükmedemeyen. Çemberin merkezinden uzakta duran güçlü parıltılar da öyle olmalıydı. Birlik olmuş merkezdekileri beslerken kendi olmanın ne anlama geldiğini hayal bile edemeden yaşıyorlardı. Bir araya gelerek anlamını bilmedikleri muazzam bir parıltı oluşturmuşlardı. Her şeyin farkına varıp mutlu yaşayanlar sadece merkezdekilerdi; soluk ışıkları ve zengin dünyalarıyla.
Orna olan bitenin o zaman farkına vardı. Sayısız düşünce ile birleşme hayali, sadece merkezde yaşayanlar için anlamlıydı. Birlik istemek, zenginlik amaçlamak aslında birçok kaynağın kendileri için değil, başkaları için ışıldamasını sağlamak demekti. Orna öyle kurgulamamıştı, böyle olacağını düşünmemişti bile. Ne var ki artık sonunu görebiliyordu. Birliğin gücünden yararlananlar merkezde toplanacak, yavaş yaşaş ışıltılarını kaybederken hükümdarlıklarını güçlendireceklerdi. Gerçekten ışıldayanlarsa ne yaptığını dahi bilmeden birkaç hayal ile yetineceklerdi. Birlik isteyerek yeni bir Kumona yaratmanın düşünü görmüştü; bu yüzden de yalnız bırakılmıştı. Geri dönmeye karar verdi. Birliği unutarak tek başına parıldayanlardan biri olacaktı. Diğerleri ile hayallerini paylaşacak ancak asla birleşmeyecekti. Bu düşüncelerle aramaya karar verdi. Ne var ki çok emek sarf etmesine de gerek yoktu. Uzakta belli belirsiz de olsa özgür parıltılar olduğunu algılabiliyordu.