Ulak

1 – Algı ötesi yöntemlerin kullanımı genelde ters teper. Sizi bir sonuca götürmeyeceği gibi, büyük ihtimalle başınızı belaya sokacaktır.

2 – Bir bedenle bütünleşirseniz, yolun sonuna kadar birliktesiniz demektir, dikkatli olun.

3 – Bazen ihtiyacınız olan yöntem, en göz ardı etmek istediğiniz gerçekte gizlidir.

4 – Kavramaya hazır olmadıkları konuları anlatmayın, doğru olsalar bile.

Sahaya Çıkış Ders Notları, V. Bölüm – Genel Kurallar.

Doheria’nın bakımsız sokakları, paçavralar içindeki adamın bir önceki ziyaretinden daha kötü durumdaydı. Çamura basmadan yürümek için kullanabileceğiniz minik kuru adacıklar görünmez olmuş, sadece bileğinize kadar batarak kurtulabileceğiniz gizli tepeciklere dönüşmüştü. Şehrin üzerine çökmüş pis koku ise hemen hemen aynıydı. Ne var ki kasvetli ve ağır havada etkisi daha da güçlü hissediliyordu. Büyük çoğunluğu terk edilmiş durumda olan binalar birer yıkıntıya dönüşmüş, insanlarsa her zamankinden çok daha mutsuz ve karamsar hale gelmişti. Şehir neredeyse tamamen boşalmış, kalanlarsa yolculuk hazırlıklarını tamamlama telaşına düşmüştü.

Harabeler arasındaki yolda bata çıka ilerlemeye çalışan yaşlı adam, şehirdeki değişimden pek de etkilenmiş görünmüyordu. Hemen hemen aynı oranda beyazlamış sakalları ve uzun saçları, üzerindeki gri giysilerle rahatsız edici bir uyum içerisindeydi. Etrafa ya da bastığı yere dikkat etmiyor, yavaş ama kararlı adımlarla meydana çıkan ana caddede yürümeye devam ediyordu. Yapacak daha önemli bir işi olmayan üç beş kişi ki Doheria için ciddi bir kalabalık anlıma geliyordu, meydanda toplanmıştı.

Çamurun içindeki nahoş yolculuk, topluluğun arka sıralarında sona erdi. Yaşlı adam, olan biteni görmekten çok konuşulanları duymak için oraya geldiğinden, önlere doğru ilerlemeye çalıştı. Doheria’da onun kadar yaşlı birilerine çok sık rastlanmadığından, az bir çabayla amacına ulaşmıştı. Her ne kadar kendini hazırlamış olsa da karşısındaki görüntüye attığı bir anlık bakış, sırtındaki tüm tüylerin diken diken olmasına yetti. Daha önce yeterince yakından deneyimlediği tanıdık bir sahneydi; sağlam bir kazığa sıkıca bağlanmış genç bir adam, bolca odun ve yağ…

* * * * *

Yüzündeki ifade delilik ve bilgelik arasında gidip gelen kurban, az sonra olacakları umursadığına dair herhangi bir işaret vermiyordu. Bakışlarını gökyüzünde görünmeyen bir noktaya sabitlemişti. Mimikleri, karmaşık bir matematik sorusunu kâğıt kalem kullanmadan çözmeye çalışan birininkini andırıyordu. Karşısında, yanan bir meşale tutan cellat ve iki din adamı vardı. Hafifçe öne çıkanın giysilerine bakılırsa diğerinden önemli bir kademedeydi. Altında yatan gerçek duyguları çok az kişinin bildiği babacan bir ses tonuyla konuşmaya başladı;

– Mata Nervu! Yaklaşan kıyameti ve Aziz Bkata’nın öğütlerini alenen inkâr ettin. Tanrı’nın yarattığı biz aciz kulların ve O’nun insan eliyle vücut bulmuş diğer eserlerinin devamlılığını sağlama görevini yok saydın. Tüm şahitlerin huzurunda son defa soruyorum; suçunu kabullenerek tövbe edecek misin?

Bu sözlerden sonra meydana ölüm sessizliği hâkim oldu. Genç kurban denileni duymuş gibi görünmüyor, hesap yapmaya devam ediyordu. Çözüme çok yaklaşmış olduğunu düşündürürcesine neşeli bir hale bürünmüştü. Yine de gözlerini tepedeki noktadan ayırmadı ve ağzını açmadı. Kalabalığın ön sıralarındaki adam geldiği yoldan geri dönerken, çok iyi bildiği alevin çıtırtılarını duymamak ve sıcaklığını hissetmemek için elinden geldiğince hızlı yürüyordu.

* * * * *

Yaşlı adam, kenar mahallelerden birinin sınırındaki hana vardığında yorgunluktan yere yığılmak üzereydi. Enerjisini tüketen şeyin çamurun içerisindeki yolculuktan ziyade tanık olduğu manzara olduğunu gayet iyi biliyordu. Olan bitende kendi sorumluluğunun olduğunu düşündükçe daha da kötü hissediyordu. Ne var ki etraftaki kalabalığın vurdumduymazlığını da bir türlü kabullenememişti. Meydandakilerin bu acıyı tatmış olmaması mazeret değildi; böylesi bir duyarsızlık, korkuyla güdülüyor olsa bile hoş karşılanamazdı. “Acaba bu ıstırabı deneyimleyen tek canlı ben olduğum için mi bu kadar rahatsız oluyorum?” Diye geçirdi aklından. Ne var ki uzun zamandır devam ettirdiği görevi boyunca edindiği tecrübe, kendisini gelişmiş addeden herhangi bir canlının böylesi bir zorbalık karşısında tepkisiz kalmaması gerektiğini söylüyordu. İnsanların birbirlerine karşı davranışlarını ilk günden beri garipsiyor, anlam veremiyordu. Konu hakkında yaptığı muhasebe, ister istemez önceki ziyaretlerini hatırlamasına neden oldu. Başına gelenler tüm açıklığıyla zihnindeydi.

* * * * *

Dünyadaki çalışmalarına başladığında yine bir kış mevsimiydi. Önce Geçit’e yerleşerek hazırlıklarını yapmış, ardından Letevera’daki geçici evi olacak eski hana geçmişti. Kendisine tahsis edilen ilk beden, dünya standartlarına göre genç ve sağlıklı olduğundan, konaklayacağı yerdeki koşullara çok aldırış etmiyordu. Tüm odağı, kent merkezinde kurulmuş olan, dönemin en büyük üniversitesinde yapacağı çalışmalardaydı. Önce bilimin, yani olması gerekenin yolunu deneyecekti. Ne var ki, üniversitedeki görevine başladığı ilk günler hayal kırıklığı içinde geçti. Her ne kadar kendisini bilmeyenlerle karşılaşmaya hazırladıysa da, karşısında en doğruyu bilenleri buldu. O zamanlardaki sınırlı tecrübesiyle bile, ilk guruptakileri diğerlerine tercih etmesi gerektiğinin farkındaydı.

Yine de planını uygulamaya başladı. Önce kendisine saygın bir yer edinme işine girişti. Mevcut kavramları anlayarak ve onlar gibi düşünerek başlanması gerektiğini okulda gördüğü derslerden hatırlıyordu. Uzun yıllar sabırla yürüttüğü çalışmalar, biraz yavaş da olsa istediği mevkie ulaşmasını sağladı. Sözü dinlenen bir âlim olduktan sonra da, insanları, kendilerini bekleyen sonu anlamaları için bilgilendirme işine girişti; değişim zamanıydı. İlk hedefi, Dünyalarının evrenin merkezinde olmadığını hatta evrende merkez diye bir kavramdan söz etmenin yanlışlığını anlatmaktı. Konuşmalar yaptı, kitaplar yazdı, dersler verdi. Ünü arttı, bilgisinin sınırları Letevera’yı aştı. Ne var ki, ilerleme kaydettiğini düşünmeye cüret ederken, işler tersine dönmeye başladı. Fikirlerinin doğru olması değişim anlamına geliyordu ve mevcut durumda güçlü olanlar bunu istemezler.

Önce üniversiteden uzaklaştırıldı. Kapısını çaldığı hiçbir eğitim kurumunda kendisine iş bulamayınca da halka bilim anlatan bir gezgin olarak yaşamaya başladı. Ancak bu hayatı da uzun süre devam ettiremedi; kitapları yasaklandı, konuşma yapması engellendi. Çalışmalarını devam ettirme konusunda ısrar edince de engizisyon sorgulayıcılarıyla tanışmak zorunda kaldı. Sonraki ziyaretlerinde ancak kavrayabildiği nedenlerle tövbe etmesi istendi. Direnişi, Bu sabah gördüğü manzaraya çok benzer bir şekilde yağlı odunların arasında bittiğinde yeniden Geçit’te buldu kendini; verilen bedeni kaybetmiş, başa dönmüştü.

İkinci ziyareti ilkinden daha da başarısızdı. Geçit’e yerleşip hazırlık aşamasına geçmesinden iki ay sonra veba salgını baş gösterdi. Nereden geldiği belli olmayan bir yabancının, değil üniversiteye alınması, şehrin içinde yürümesi bile hoş karşılanmıyordu. Korumaya çalıştığı canlıların, görünmeyen bu düşmana karşı savaşlarındaki çaresizlikleri, asıl görevini erteleyerek insanları vebaya karşı bilinçlendirme işine yoğunlaşmasına neden oldu. Ne var ki, genel kurallara uygun olarak yürütmeye çalıştığı bu faaliyetler de amacına ulaşmadı. Her gittiği yerde kader, ceza, şeytan kelimelerinin etrafında dönen söylemlerle mücadele etmek zorunda kalıyordu. Yıllar süren çabaları, çamur içerisindeki bir saman balyasının üzerinde, kendisine de bulaşan hastalığın galibiyetiyle sona erdi. Göreve başladığı yere, Geçit’e, döndüğünde umutsuz ve başarısız hissediyordu.

* * * * *

Kendisine verilen görevin başta düşündüğü kadar kolay olmadığı ortadaydı. Yeni bir deneme yapmadan önce yaklaşımını değiştirmesi gerektiğini düşündü. Bu defa harekete geçmekte aceleci davranmayacaktı. Kısa bir değerlendirmeden sonra, merkezi TKR4-37 gezegeninde bulunan ACKE’yi – Akıllı Canlıların Korunması Enstitüsü- ziyaret etmeye karar verdi. ACKE, galaksideki milyarlarca gezegende kök salmış yaşamları, bilmedikleri ancak sonlarını getirme potansiyeli olan büyük tehlikelere karşı uyarma görevi ile kurulmuştu. Bu amaçla yetiştirilen sayısız ulak, galaksinin dört bir yanına görev için dağılmış durumdaydı. ACKE’nin çiçeği burnunda kurtarıcılarından biri olan Arte Zenu’nun görevi de, yeni ortaya çıkan gama radyasyonu tehdidine karşı yaşlı bir gezegeni uyarmaktı. Z546-213 adlı yıldızın patlamasıyla oluşan ışınım, hedef gezegenin ölçüleriyle üç yüz yıl sonra oradaki yaşamların birçoğunun ortadan kalkmasına neden olacak kadar güçlüydü. Yaklaşık altı nesil anlamına gelen bu süre, hemen harekete geçilmesini zorunlu kılacak kadar kısaydı. Düşünceleri ve gelişim düzeyleri nasıl olursa olsun, oradaki canlılar kendilerinin neden olmadığı bu sorun için uyarılmalıydılar. Arte Zenu’nun Dünya ziyaretleri de bu amaçla yapılmıştı. Ancak gezegendeki canlıların yaşam biçimleri genç ulağın düşündüğünden çok farklıydı. İlk iki denemesinde, dersler esnasında kendilerine verilen bilgilere göre hareket etmeye çalışmış ancak başarısız olmuştu. Henüz zamanı olmasına karşın üçüncü defa başarısız olmaktan korkuyor, bir sonraki ziyaretini daha hazırlıklı biçimde yapmak istiyordu. Çalışmaları esnasında kullandığı bedenlerin başına gelenler de bu kararında etkili olmuştu. Görevini yapamayacak hale gelmeden önce bir bedeni terk etmek yasaktı. Gezegenin koşullarına uyum için kusursuz bütünleşme şarttı ve bu da kontrolünde olan canlı organizmanın çektiği tüm acıları aynı biçimde yaşaması anlamına geliyordu. Bir kere daha yakılmak ya da hastalıktan kıvranarak ölmek konusunda çok istekli değildi.

TKR4-37’ye gelir gelmez ACKE’nin tecrübeli hocalarından Qunke Nepur’dan randevu aldı. Görüşme zamanı beklediğinden çabuk gelmişti. İlerleyen yaşına rağmen etkileyiciliğinden bir şey kaybetmeyen hocası, her zamanki gibi nazik konuşuyordu;

– Hoş geldin sevgili dostum. İlk görevinde işler nasıl gidiyor, ilerleme kaydedebildin mi?

– Pek sayılmaz. İki beden kullandım ancak iz bırakan bir değişikliğe neden olduğum söylenemez.

Bu sözleri söylerken utancını gizlemekte zorlanıyordu. Ancak aldığı yanıt biraz rahatlamasını sağladı;

– İki mi? Onlarcasını heba edip hiçbir şey başaramayanların sayısı zannettiğinden çok daha fazladır; henüz yolun başındasın.

Deneyimli hoca, biraz duraklayarak sözlerinin amacına ulaşmasını bekledi. Yeniden konuşmaya başladığında sesi, derslerde kullandığı tona daha yakındı;

– Raporlarını da, hedef gezegenin tarihini de detaylıca inceledim. Seçtiğin yöntem TKR4-37 ya da diğer gelişmiş gezegenler için kullanılabilir olsa da, uğraştığın dünya için en doğrusu olmayabilir. Yaşlı ama ilkel bir gezegenle karşı karşıyasın. Senin doğru olduğunu düşündüğün yaklaşımlar maalesef orada geçerli değil. Üçüncü ve dördüncü maddeleri hatırla. Orada işler nasıl yürüyorsa, sen de benzer yöntemleri denemelisin. İnsanları bir arada tutan ve çektikleri acılara katlanmalarını sağlayan her ne ise onu bul ve kullan; yanlış olsa bile. Görevini tamamladıktan sonra doğru yol için çabalayacak zamanın olacaktır.

Genç Arte, kısa süren görüşmeden umutla ayrıldığını hatırlıyordu. TKR4-37’deki zamanının neredeyse tamamını, bu konuşmadan aldığı moralle yeni yöntem ve hareket planını geliştirmekle geçirdi.

* * * * *

İsteğine uygun biçimde sıradan bir görünüşe sahip olan üçüncü beden hazırlanır hazırlanmaz tekrar yola çıktı. Dünya’ya yaptığı olaysız yolculuk sonrasında yeni Geçit’ine yerleşerek planını kontrol etti ve beden transferini gerçekleştirdi. Doheria’nın biraz uzağında, ana yola yakın eski bir eve taşınarak hazırlık aşamasına geçtiğinde, Z546-213’ün bir süpernovaya dönüşmesi için yaklaşık iki yüz yıl kadar süresinin kaldığını tahmin ediyordu. Neyse ki, üzerinde bulunduğu gezegenin yıldızı etrafındaki yörüngesi ve sahip olduğu tek uydunun hareketlerine ilişkin çalışmasını önceden tamamlamıştı. Artık yapması gereken fay hatlarını incelemek ve uygun bir ayrım noktası belirlemekti. Sonrasında, birkaç prova ve uygulamaya geçiş zamanıydı.

* * * * *

Doheria Piskoposu Bkata – o zamanlar isminin önünde Yüce sıfatı yoktu – üç ayda bir yaptığı başkent ziyaretlerinden biri için altı atlı arabasıyla yola çıkmadan önce yine aynı buyruğu vermişti; “ne olursa olsun durmak yok!“ Emri memnuniyetle yerine getiren sürücü, atları dayanabileceklerinin sınırında bir tempoyla koşturmaktan büyük zevk alıyor gibi görünüyordu. Doheria’dan çıkmak üzerelerken yolun ortasında öylece dikilen silueti fark ettiğinde de atları durdurmak için herhangi bir çaba göstermedi. Ne var ki benzer durumlarda yollarına devam etmiş olan atlar bu defa ilerlemeye istekli değillerdi. Sürücünün acımasızca kullandığı kırbaca rağmen hızlarını azaltarak yoldaki adamın karşısında durdular. Yerleştirdiği yüksek frekanslı ses vericilerinin işe yaradığını gören Arte Zenu’nun yeni bedeni rahatlamış görünüyordu; istediği son şey yeni bir ölüm deneyimi tatmaktı. Ne var ki kendisini nazik bir müdahalenin beklediği söylenemezdi. Arabadan inen askerler herhangi bir şey sormadan genç adamı yaka paça yolun kenarına yuvarladıklarında, sistemi kontrol eden uzaktan kumandanın zarar görmemiş olmasını umuyordu.

Önceleri dışarıdaki patırtıya pek aldırış etmeyen Piskopos Bkata, gecikme nedeniyle gittikçe artan öfkesini kontrol etmekte zorlanıyordu. Küçük muhafız birliğinin komutanını çağırarak sordu;

– Emrime karşı gelmeye cüret etmenizin sebebi nedir?

– Yolun ortasında dikilen bir adam vardı efendim. Kenara çekilmesini sağladık ama atları yerlerinden kımıldatamıyoruz. Adam sadece size söyleyebileceği çok önemli bir mesajı olduğunu, eğer dinlemezseniz atların bir adım dahi atmayacağını söylüyor.

Beklemediği bu gelişme nedeniyle Piskopos ’un öfkesi daha da artmış ama bir yandan da merak duygusu kabarmıştı. Tehlikeli de olsa bu adamla görüşmeye karar verdi. Arte Zenu’nun bedeni karşısına getirildiğinde sabırsızca sordu;

– Sen kimsin? İlerlememi durdurarak nasıl bir günaha girdiğinin farkında mısın?

– Bağışlayın Piskopos Hazretleri. Bu olanların sorumlusu ben değilim efendim. Ben aciz kulunuzun aklı bu tür şeylere ermez. Ama bana emredildi, böyle davranmak zorundayım. Bağışlayın efendimiz.

– Kim, neyi emretti?

– Kim olduğunu bilmiyorum efendim. Rüyamda bana seslendi ama yüzüne bakmaya cüret edemedim. Ben basit bir köylüyüm efendim, aklım ermez. Affedin efendimiz.

Piskopos Bkata, adamın ağzında gevelediklerinin nereye varacağını merak etmeye başlamıştı. Gerektiği durumlarda takındığı babacan tavırla devam etmenin daha doğru olacağını düşündü. Biraz cesaretlendirilmezse bu adamın konuşacağı yoktu.

– Endişelenmene gerek yok evladım. Başından geçenleri tane tane anlat ki sana yardım edebileyim.

Bu sözlerle biraz rahatlamış görünen adam daha anlaşılır bir dille konuşmaya başladı;

– Dün gece rüyama girdi efendim. Sizin bugün buradan geçeceğinizi, atların önünde durmam gerektiğini söyledi. Korkmamalıymışım, atlar bana bir şey yapmayacakmış. Evet, böyle söyledi efendim. Ben de denileni yaptım efendim. Sonra bana bir takım sözler söyledi. İlk defa duyduğum kelimeler, bilmediğim bir dilde. Sizi görmemi, bana söylenenleri aynen tekrar etmemi istedi efendim.

Piskopos Bkata’nın heyecanı ve merakı iyiden iyiye artmıştı. Daha da samimiyetsiz bir şefkatle konuşmaya başlamıştı;

– Devam et evladım, anlat bana.

 Beklediği işareti alan Arte Zenu, ödünç bedenini takdir edilecek bir oyunculukla trans haline geçirdi. Ağzından çıkan kelimeler, üzerinde uzunca süre çalıştığı eski bir dildeydi. Kardinal adayı tüm piskoposların bu dili bilmeleri gerektiğini biliyordu. Metinde kullandığı ifadelerin, kılığına büründüğü köylü dilinden uzak olmasına özellikle dikkat etmişti;

– İki gün sonra tam öğle vaktinde Güneş’i perdeleyeceğiz. Kimsenin şüphesi kalmasın diye bundan üç gün sonra da yeri oynatacak, dağları birbirinden ayıracağız. Bu size yaklaşan kıyametin habercisidir. İki yüz kış sonra o size gelecek ve sizi bulacak. Ondan korkun ve yerin altına saklanın. Dağları kazın, derinlere inin. İnin ki gazabından kurtulun ve yaşamaya devam edin. Ama bilin ki bu nihai son değil, gerçek kıyameti görebilesiniz diye size gelen bir uyarıdır.

Bu sözlerden sonra trans halini sona erdirdi ve yine eski zavallı ruh haline büründü.

– Bağışlayın efendim, ne dediğimi bilmiyorum efendim. Bana bunları size söylemem istendi, ben de söyledim efendim. Bu aciz kulunuzu bağışlayın efendim, bana olmadık bir ceza vermeyin efendim.

Piskopos Bkata yanıt vermedi. Adamın, dediklerinin ne anlama geldiğini bilmediğine ikna olmuştu. Askerleri çağırarak köylünün götürülmesini emretti. Ama komutan için özel bir buyruğu daha vardı;

– Bu adamın içine şeytan girmiş; çok tehlikeli. Tanrı’nın huzurunda bir an önce görevinizi yapın.

Piskopos Bkata’nın kardinallere rüyasını anlattığı sıralarda Geçit’e gelmiş olan Arte Zenu, deneyimlediği ölüm biçimlerine bir yenisini daha eklemişti.

* * * * *

Genç ulak, sahip olduğu dördüncü bedenin gözünden çalışmalarının sonuçlarını izlerken, görevinin başarılı olup olmadığı konusunda kararsızdı. Yıllar önce bilimin gücüyle hesapladığı Güneş tutulmasını ve depremi küçük oyununu düzenlemek için kullanmış, bu sayede insanların büyük çoğunluğunu dağların içinde yerleşimler kurmaya ikna etmeyi başarmıştı. Bu sığınaklar hedeflenen sayıda insanı gama ışını radyasyonundan korumak için yeterliydi. Ne var ki farklı düşünenleri cezalandıran bir düşünce yapısının ortaya çıkmasına ya da çok daha güçlü hale gelmesine neden olmuştu. Patlama sonrasında normale dönecek olan dünyaya farklı görevlerle yeni ziyaretler yapmaya karar verdi. Tüm bunları aklından geçirirken handan ayrılmış, Geçit’e doğru giden yolda hafif bir tempoyla yürümeye başlamıştı.