Dünya Ortaklığı
– Evet sevgili dostum, maalesef öyle. Tüm o uzun yıllar boyunca geliştiklerini düşünmüşler. Oysa yaptıkları tek şey, dürtülerini tatmin etmenin farklı yollarını aramakmış. Ortaya çıkardıkları her yenilik, gerçekleştirmek istedikleri aynı ilkel amaçlara hizmet eden farklı yöntemlermiş sadece.
Bu sözlerden sonra arkasını döndü ve yavaşça pencereye doğru yürüdü. Üzerine giydiği sade, beyaz entari, aynı renkteki uzun saçlarının devamı gibi görünüyordu. Yaşını kestirmek güçtü. Yavaş ama akıcı biçimde anlatamaya devam etti;
– Bir toprak parçasının sahipliği uğruna yüz binlerce insanın ölümünü ilkellik olarak nitelemişler. Gelgelelim, yeni dünyalara hakim olmak için uzay çalışmalarına yatırdıkları kaynakla, mutsuz olan ve acı çeken milyonlarca insanı kaderlerine terk ettiklerini görememişler. Dünyadaki toprağa sahip olmaya çalışmak barbarlık, evrendeki yeni dünyaları fethetmek uygarlık. Savaşta kutsal dava uğruna ölmek ilkelce, bir ömür boyu başkalarının amaçları için yaşamak modernlik. İnsanı üstün ve farklı tür olarak tanımlamışlar ama yaptıkları her şeyin bir avuç seçilmişi mutlu etmek için olduğunu anlayamamışlar.
– Peki nasıl başlamış? Yani kötüye gidiş demek istiyorum. Dünya hep böyle değildi herhalde?
İki cephesi tamamen pencerelerle kaplı sade döşenmiş odanın diğer ucundan geldi soru. Sahibi çok hareketli değildi. Kimseye hissettirmeden uzunca bir süre bulunduğu yerde, gölgelerin arasında, kalabilirdi. Anlatırken, çok düşük tempolu müzikte ayakları sabit şekilde dans eden biriymiş gibi hareket ediyordu.
– En başından beri böyleymiş. Canlılık ortaya çıkarken yaşanan bir mutasyon; sahip olma ve yayılma güdüsü. Her tür en iyinin kendisi olduğunu ve bir şekilde çoğalarak yayılması gerektiğini düşünür. Aslında düşünür demek çok doğru değil, bunu düşünmeden kabul eder ve davranışlarını bu varsayıma göre şekillendirir.
Son cümleden sonra duraksadı. Bahsettiği dönemde çoğu canlının bilinçli bir davranış şekillendirme eylemi içinde olamayacağını biliyordu. Sadece belli bir programa göre hareket ediyorlardı. Düzeltme gereği duymadı ve odadaki iki koltuktan birine oturarak devam etti;
– Biraz yıkıcı da olsa, her canlı aynı kuralları uyguladığından, bir düzen kurulabilmiş. Değişim yavaştı; bir türün öne çıkan yeni özelliklerine karşı diğer türlerin savunma mekanizmaları geliştirmesi mümkün oluyordu. Görece uzun süre böyle devam etti, ta ki insan türü tesadüfen büyük güce sahip olana kadar; düşünce! Doğanın izin verdiğinden çok daha hızlı gelişebilen bir silahları vardı artık.
Kurallar belliydi, insan da bu gücü kendi dürtülerinin peşinden gitmek için kullandı. Düşünebilmenin avantajıyla, yapmak istedikleri için o kadar hızlı muktedir oluyorlardı ki, diğer türler olan biteni anlayamadan yok olmaya başladılar. Kudret sahibi olmak bilgeliği gerektirir. Ne yazık ki güce hükmeder olduklarında bunu anlayabilecek kavrama yeteneğinden yoksunlardı. Herkes etki alanındaki dünyanın kontrolünü ele almak için çabaladı. Yoksullar küçücük kulübelerinin etrafındaki yabani otları ve fareleri, krallar topraklarındaki tüm insanları ve diğer krallarınkileri. Bilgeliğin varlığını öğrendiklerinde de iş işten geçmiş, yeni düzen kurulmuştu. Düşünce icatlarını her ne yapıyorlarsa ona kılıf uydurmak için kullandılar. Bir yöntem yok olurken diğeri ortaya çıktı; sonuç hep aynı.
Böylelikle, kendi türlerinden bile olsa zayıfa acımayarak yayılmaya devam ettiler. Kah ormanları ve içindeki canlıları, kah diğer insanları katlettiler. Acımasızca yaptıkları eylemlere kılıf bulmada ustaydılar; din, milliyetçilik, komünizm, kapitalizm. İsimler değişiyordu ama sonuçlar aynıydı.
Anlatılanlar rahatsız ediciydi. Gölgeler arasından yine belli belirsiz hareketlerle sordu sorusunu;
– Tüm dünya benzer düşüncedeyse nasıl bu hale gelebildik?
– Yayılmak için yaptıkları yeni dünya arayışları sayesinde. O zamanki takvimle 22. yüzyıl. İletişim kurmayı başardıkları başka yaşamların ne kadar farklı olduğunu gördüler. Yaşamın o dünyalardaki her canlının katılımıyla bir bütün olduğunu, türlerin hakimiyet kurmadan ve çoğalmadan da mutlu yaşayabildiklerini fark ettiler. Evren düşündükleri gibi değildi. Yıllarca teknolojik olarak bizden ilerdeler mi, kullanabileceğimiz zenginlikleri, bilmediğimiz madenleri var mı, ticaret yapabilir miyiz, meydan okurlarsa nasıl savaşırız türünden sorular vardı hep insanoğlunun kafasında. Savaş, zenginlik, kolonileşme, istila. Diğer dünyaları da kendi yöntemleriyle tanıyacaklardı.
Ama anladılar; nasıl yaşamamaları gerektiğini, canlıların birlikteliğini, hatta dünyanın bütünlüğünü. Milyonlarca yıl önce hatalı başlayan yaşamı değiştirmeleri gerektiğini fark ettiler ve çalıştılar. Artık sahip oldukları gücü nasıl kullanacaklarını biliyorlardı. Diğer dünyalardan da destek aldılar. Değişim ve diğer canlıların gelişimi için çabaladılar. Kendileri mi istedi, dışarından farkında olmadıkları ve değiştiremeyecekleri bir müdahale mi oldu, orası bilinmez. Ancak bak, buradayız. Dünya Ortaklığı’nı kuruyoruz.
Son cümlesinin ardından biraz daha oturdu ve düşündü. Gölgeler arasındaki dostu için istirahat etme zamanının geldiğini fark ettiğinde kalkarak o tarafa yöneldi. Arkadaşının da yeşil yapraktan giysileri içinde, önceden köklerin çıktığı ancak artık bacaklar gibi kullanılabilen güçlü dalları üstünde yavaşça kendisine doğru yönelmiş olduğunu gördüğü. Nazikçe sordu;
– Burada mı dinleneceksin, dışarıya mı çıkmak istersin?
– Bu akşam toprağa değmek istiyorum. Huzur veriyor.
– Normal.
Güldüler. Bahçeye doğru yavaşça yürürken sohbete devam ettiler. Ağızları oynamıyordu. Zaten yeşil giysili olanın ağzı da yoktu.